İlk koronavirüs enfeksiyon...


İlk koronavirüs enfeksiyonu, Çin’de 31 Aralık’da tanımlandı. Bu tarihten itibaren insanoğlu bilim, duygu, inandıkları ve tecrübeleri arasında gidip geldi.

Koronovirüs enfeksiyonu ve bu konuda alınan tedbirlerden yapılan tedavilere kadar gördük ki; insanoğlu daha çok inandıkları ile hareket ediyor. Kimi sürü bağışıklığına inanıyor, kimi katı sosyal izolasyona; kimi bir sıtma ilacının çok iyi geldiğine, kimi bu ilacın yan etkileri nedeniyle ölüme kadar varan komplikasyonlara neden olduğuna. Bir de zaman içinde değişen inanışlar var. Örneğin maske uygulaması başlangıçta anlamsız bulunurken, sonradan zorunlu hale getirildi.

Halbuki koronavirüs enfeksiyonu, bulaşıcılığı, insanları hasta etmesi, yoğun bakımlık etmesi ve nihayet öldürmesi bilimin ve pozitivizmin bir gerçeği. Bu gerçek karşısında insanların tekrar ve tekrar, ısrarla söylenen tedbirlere kulak asmamasını neyle izah etmek lazım. Bana bişey olmaz diye düşünen de var, o kadar ciddi bir hastalık olarak görmeyen de. Çünkü insanoğlu bilimden, gerçekten ziyade duyguları ve inandıkları ile karar alıyor ve hareket ediyor.

Ben bu konuda ne düşündüğümü haftalık yazılarımda ve zaman zaman yazdığım ulusal çapta yayın yapan Winally sağlık portalında belirttim. Yani söylediklerimi kayda geçmiş durumda. Bu süreçte kendimce bazı önerilerim ve iddialarım oldu. Her ne kadar, bir akademisyen olmakla bilimsel verileri okumak ve değerlendirmek gibi bir durumum olsa da, benim söylediklerim ve önerilerim de daha çok inandıklarım doğrultusunda oldu. Yani bilimsel verilerle desteklenmiş değillerdi. Gelelim Kovid 19 günlüğümüze;

11 Mart; Dünya Sağlık Örgütü pandemi ilan etti, 13 Mart itibari ile Avrupa artık salgının merkez üssü konumunda idi. Yani salgın yanı başımıza gelmişti. Türkiye’de ilk vaka 10 Mart, ilk ölüm vakası ise 15 Mart tarihinde tespit edildi. 1 Nisan Türkiye’de salgın olduğu ilan edildi.

?feature=oembed" title="Kavak Yelleri / Hurşit TÜRKAY" width="580">

18 Mart; kendi kendinize sokağa çıkma yasağı ilan edin, ta ki havalar ısınıncaya kadar, zira virüs sıcak havalarda yaşama kabiliyetini kaybedecektir demişim. Sonradan, virüsün yaz mevsimini yaşayan Brezilya gibi ülkelerde ve nispeten sıcak ülkelerde de var olduğunu öğrendik. Bakalım bu yaz bizde ne olacak.

22 Mart; virüsün Türkiye’ye umreciler vasıtası ile gediğini düşünmüşüm. Denizli’ye gelen 190 umrecinin karantinaya alınmamış olmasını Denizli için kötü olacağını yazmışım. Öyle olmadı, Denizli hastalık ile mücadelede başarılı iller arasında sayıldı. İlk vakanın Avrupa kaynaklı olduğunu öğrendik, İstanbul Avrupa kaynaklı, Isparta Umre kaynaklı virüs salgınına maruz kaldı.

27 Mart; insanlar kendilerine sokağa çıkma yasağı ilan etsinler tavsiyemiz pek işe yaramayınca, durumun ciddiyetini anlatmak adına, hafta sonu için sokağa çıkma yasağı ilan etmeli, 21 Mart itibari ile 65 yaş üstüne uygulanan yasak, 50 yaş üstü ve 18 yaş altı için hafta içine uzatmalı, çalışanların özel izinle çıkmalarına imkan vermeliyiz diye önerdim. 11 Nisan hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Aynı tarihte 20 yaş altına ilan edilen sokağa çıkma yasağı daha sonra 18 yaş altına revize edildi.

2 Nisan; maske takmalıyız, Dünya sağlık örgütü gerek yok demesine rağmen, gerek bizden önce bu hastalığa maruz kalan Çin’in uygulamalarından, gerekse bir tıp mensubu olarak maskenin işe yarayacağını haftalar önce de düşünmüştüm, ancak kamuya açık paylaşamadım. Maskelerin kapanın elinde kalacağından ve sağlık personelinin maskesiz kalacağından çekindim. Nitekim DSÖ’nün 3 Mart tarihli bildirimi dünya çapında kişisel koruyucu ekipman eksikliğinden bahsediyordu. Aynı şekilde Türkiye’de bazı ilaçlara olan talep aşırı artınca bakanlık reçete edilmelerini kontrol altına aldı. Sağlık çalışanlarımızın geçici de olsa kişisel koruyucu ekipman eksikliğinden yakındıkları oldu. Türkiye’de 3 Nisan maske kullanma zorunluluğu getirildi.

Görüldüğü gibi, hafta sonu sokağa çıkma yasağı, 18 yaş altına sokağa çıkma yasağı, maske takma zorunluluğu gibi sosyal izolasyon tedbirlerini uygulamalar öncesi önerdim. Türkiye’nin kademeli sosyal izolasyon tedbirlerinin başarılı olduğunu yaşayarak gördük. Bu uygulamalara dünyaya örnek olacak bir Türk modeli diyebiliriz. Normalleşmeye geçme serbestilerinin uygulamaya gireceği 1 Hazirandan itibaren ne öneriyorsun ve ne olur diye sorarsanız;

Normale dönüş serbestilerinin bir sonucu olarak ikinci bir dalga bekliyorum. Bu dalganın şiddeti ve pik seviyesi öncekinin altında olacaktır. Bunu bir taraftan toplumdaki bağışık kişilerin artmasına, diğer taraftan da yaz aylarında virüsün cansız ortamlarda canlı kalma kabiliyetinin düşeceğine inandığım için söylüyorum. Yani insandan insana bulaş devam ederken eşya ve ortamdan bulaş azalacağına inanıyorum…

Önerim mümkün olduğu kadar sosyal temastan kaçınma, her türlü sosyal temas ihtimalinde ağzı ve burnu kapatan maske takılması ve iki metre mesafenin korunması olacaktır…

‘Prof. Dr. Bülent TOPUZ’