• Benim eltimin eniştesinin bir arkadaşı hasta bakıcıymış, o söylemiş, durum bildiğimizden kötüymüş, hastaneler çok kalabalıkmış, yoğun bakımlarda yatacak yer kalmamış, yetkililer saklıyormuş. Ben öyle duydum yani.
  • Kuzenimin kayınpederinin komşusu avukatmış, ondan duymuş, whatsapp gruplarıyla ilgili mecliste kanun çalışması varmış. Grupların hepsinden çıkmak gerekiyormuş. Sonra tekrar girmek gerekiyormuş. Bana ses kaydı gönderdiler.
  • Bacanağımın abisinin çalıştığı durakta bir öğretmen söylemiş, video konferans programı şifreleri ele geçirip maaşlardan para çekiyormuş. Hatta adına şirket kurup devlet teşviki bile alan canlı toplantı programları varmış. Ben dikkat edin derim.
  • Abi duydun mu babamın arkadaşı noterde çalışıyor, o söylemiş, noter onaylı yani, Facebook bütün paylaşımlarını izinsiz kullanabiliyormuş. Şöyle bir metin var onu kopyalayıp yapıştırdın mı kullanamıyormuş. Hem CIA’nın eline falan geçmesini de engelliyormuş.

Sosyal medyada ve iletişim programlarında bu ve bunun gibi birçok yazıyla hemen her gün karşılaşıyoruz. Montaj fotoğraflar, trol haberler, ses kayıtları havada uçuşuyor. Aslını astarını araştırmadan kopyala yapıştır yapanlar yüzünden de virüs gibi yayılıyor.

?feature=oembed" title="Hadi Hadi Gari Eh Gari / Hurşit TÜRKAY" width="580">

Bu olayın birkaç yönü var. Birincisi dedikoduyu seven bir milletiz. Duyduğumuza hemen inanmak da genlerimizde var. Hâlbuki dini öğretilerimizde bununla ilgili o kadar çok ve açıkça uyarılar var ki. “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi, yaptıklarından sorumludur.” (İsra/36) “Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler.” (Kasas/55) Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (Hucurat/6) Bütün bunlara rağmen duyduğumuz her şeyi özellikle sosyal medyada bir başkasına iletmekte hiç tereddüt etmiyoruz.

İkincisi teknolojiye olan uzaklığımız. Lisanssız işletim sistemleri kullanmak, aylık 10-15 TL verip antivirüs programı almamak, sanal kredi kartı kullanmamak gibi tehlikeye davet çıkaran ve sorumluluğu tamamen bize ait durumlar başka bir problem. Herkesin bir dijital kimliği olduğunu, sanal ortamın sonsuz özgürlük mecrası olmadığını, internette yaptığımız her paylaşımdan sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Durum böyleyken komşumuza internetimizi kullandırmak, ikinci el telefon almak, güvenliği yüksek ve periyodik olarak değiştirilen şifreler yerine İstanbul’un Fethi tarihini kullanmak hâlâ birçoğumuzun yaptığı hatalar.

90’lı yılların başıydı, lisedeydim. Özel radyo kanalları FM frekansından yayın yapmaya başlamıştı. Şimdiki gençlerin elinden akıllı telefonun düşmediği gibi bizim elimizden de radyolar düşmüyordu. Sonra birden radyo kanalları yasaklandı. Çünkü bu durumla ilgili yasal düzenlemelerimiz yoktu. Sonra yasalar düzenlendi ve radyolar açıldı. Yani önce radyolar kuruldu, sonra yasalar düzenlendi. Benzer durumlar cep telefonu ve internet için de yaşanmıştı. Artık kanunlar bu tür durumlar için tamamen düzenlenmiş, emniyet teşkilatında siber suçlar ile ilgili birimler kurulmuş durumdadır. Günümüzde çok yer tutmaya başlayan yalan haber, montaj fotoğraflar, dedikodudan öteye geçmeyen ama kolayca inanılan sosyal medya söylentileri kanuni yaptırımlar ile tamamen engellenemez.

Sosyal medyanın birçok başka zararının yanında bu mecra üzerinden toplum mühendisliği yapılmasını ve yalan haberlerin virüs gibi yayılmasını engellemek için biz eğitimcilere büyük sorumluluk düşüyor.

‘Eğitimci Alptekin ÖZDEMİR’