Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Kan hastalıkları kliniğinde staj yapıyorum. Önemli sayıda kan kanseri hastası var. Bazıları tedaviye yanıt verip iyileş...

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Kan hastalıkları kliniğinde staj yapıyorum. Önemli sayıda kan kanseri hastası var. Bazıları tedaviye yanıt verip iyileşirken, bazıları tedaviye yanıt vermeyip hızlı bir şekilde kötüleşip kaybediliyor.

Bir gün servis hemşiresi bir hastanın kötüleştiğini söyledi. İki hoca, bir asistan ve ben hızla hastanın odasına gittik. Hastanın hanımını ve kızını dışarı çıkardık. Hoca hastanın nabzını tuttu. Bir dakika kadar soluk alıp veren hasta ruhunu teslim etti.

***

Şimdi burada bir parantez açalım; o günden bu yana geçen 30 yılda Türkiye’de tıp uygulamalarında çok şey değişti. Artık hastalar son nefesini verirken sadece refakat etmekle yetinmiyoruz. Resusitasyon dediğimiz hava yolunu açan ve kalbi çalıştıran bir dizi girişimde bulunuyoruz. Kalp masajı, entubasyon, makinaya bağlama, kalbi uyaran ilaçlar şeklinde uzayıp giden bir dolu girişimde bulunuyoruz. Sonrası, yoğun bakım ve günlerce takip sonucu bu hastaların bir kısmı tekrar normal hayata dönüyorlar. Önemli bir kısmı ise günlerce yoğun bakımda yattıktan sonra kaybediliyorlar.

Vakamıza dönecek olursak; ekip halinde dışarı çıktık ve başınız sağ olsun dedik. Hastanın hanımının sözleri hala kulaklarımdadır. “Hocam biz inançlı insanlarız. Bu sonuca kendimizi hazırlamıştık. Ne olurdu son nefesini verirken yanında bulunsaydık, dua etseydik, dudaklarını ıslatsa idik? “

Bu olayı hatırlamamın nedeni basına da düşen bir vaka. Özetle;

Hastanede yatan bir hasta fenalaşıyor. Acil müdahale gerektiğini bildirir mavi kod çağrısı yapılıyor. Ekip geliyor, hastaya müdahale edecek. Ancak hasta yakınları müdahale istemiyorlar. Hastayı bize bırakın, biz başında dua edicez, su vericez diyorlar. Ve hatta başı açık hemşire odanın dışına çıksın, yoksa melekler gelmez diye devam ediyorlar. Bu tavırlarını mütemadiyen ve girişim boyunca devam ettiriyorlar, bir fırsatını bulup hastaya su veriyorlar, (koma halindeki hastanın ağzına dökülen su midesine değil akciğerlerine gider) müdahale ekibinin işini yapmasını zorlaştırıyorlar. Olay polis zoru ile oda dışına çıkarmaya varıyor. Hasta müdahale sonucu geri döndürülüyor ve yoğun bakıma alınıyor.

***


Olay münferit olabilir ama vahim. Bu vahameti bir mizansen ile izah etmek isterim. Diyelim ki o anda içerde bulunan hasta yakınları hastanın kızı ve damadı; hastane ekibi de bu isteğe uydu. Sonra hastanın oğlu çıkıp gelse ve gereken müdahale yapılmadığı konusunda ekibi suçlasa kim ne cevap verecek?

Zaman zaman hasta yakınlarından benzer beklentiler ve talepler duyarım. Onlara şunu söylerim; hastayı hastaneye yatırıyorsanız hastanenin kurallarına uyacaksınız. Hekimlerin hangi sebeple olursa olsun, bir hastanın ömrünü tayin etmek gibi bir yetkileri yoktur. Biz tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde yaşatmak için ne gerekiyorsa onu yapmakla sorumluyuz. Sizlerin eziyet çekmesin, sevdikleri ile vedalaşsın, başında dua edilsin, dudakları ıslatılsın gibi bir düşünceniz var ise; o zaman hastaneye yatırmayacaksınız.

***

Oldukça ileri yaştaki bir yakınım hastalanıp yatağa düştü, çocuklarından hastaneye kaldırılmamayı istemişti. Yatağında ziyaret ettim, beni tanıdı, annemi sordu; yani demem o ki akıl sağlığı yerinde idi ve talebinin ne anlama geldiğinin farkında idi. Hani bu da bir tercih demek istiyorum…

Şimdi benim merak ettiğim diyanetten bir ses duyacak mıyız, başı açık hemşire meleklerin gelmesine manimidir; Sağlık Bakanlığı’ndan bir ses duyacak mıyız, hastaneye hasta yatırmakla tıbbın kurallarını kabul etmiş olunmuyor mu?

‘Prof. Dr. Bülent TOPUZ’