Ne çok ölüm gördük şu son üç yılda, bir insan ömrüne nasıl sığar bunca ölüm? Nasıl her şey eskisi gibi olur diye umut edebilir insan? Bilemiyorum!

            Yüksek bir binaya yada yüksek bir tepeye çıkıp başımı gökyüzüne kaldırıp avazımın çıktığı kadar  ‘’ARTIK YETEEEERRR’’ diye haykırasım geliyor semaya, Yetsin artık, yetsin bu kadar ölüm. Coğrafya kader dedik bir yazımızda, kader dedik de bu kadar çok ölüm olacağını bilemedik.

            Deprem bölgesini hepimiz biliyoruz bu verilere gelmeden önce yurdumuzun en güvenilir kuruluşlarından olan TUİK geçmiş yılların ölüm oranlarını açıklamış. 2019 yılında 435,000,  2020 yılında 507,938,  2021 yılında 565,594 kişi hayatını kaybetmiş, ortalama % 55 e 45 erkekler önde. Deprem bölgesinde ise yetkililere göre 45,000 e yaklaştı ölü sayısı sahadaki insanlara sorar isen yüz binin üzerinde deniliyor. Yaralılar kurtulduklarına sevindiler mi? yoksa ölmediklerine üzüldüler mi? belli değil, onların acıları ölünceye kadar sürecek. Bazı resimlerde gördüm düz bir alana uzunlamasına sıra, sıra çukurlar kazılmış, deprem zede cenazeleri bu çukurlara sıra, sıra yatırılıp üzerleri kapatılarak baş uçlarına birer numara yazılı tahtalar dikilmiş. Ölüm tarlalarını andıran bir görüntü bu, savaşlarda, afetlerde ancak rastlanacak bir uygulama, insanın beynine kazınıyor ve oradan da silinmesi mümkün değil.

            Çocukluğumda beynime kazınmış, bu yaşıma geldim hiç aklımdan gitmedi. Bir yaşlı akrabamız dedemle olan sohbetlerinde şöyle demişti. ‘’Öyle bir gün gelecek ki, sağ olanlar mezarlığa gidip orada yatanlara yalvaracak, yattığınız yeter artık kalkın biraz da biz yatalım diye’’. Bu sözün anlamını o çocuk aklımla anlamam mümkün değildi elbette fakat aradan geçen elli beş yıl sonra o yaşlı amcanın söylediği zamanlar geldi de yaşıyor muyuz yoksa diye düşünmeden edemiyorum. Henüz çok zaman olmadı, geçtiğimiz yıllarda Pandemi de yaşadıklarımızı hatırlayınız, iki yıl sosyalleşemedik evimizden çıkamadık, birçok yakınımızı o melun hastalıktan kaybettik. Çok şükür o hastalık bitti, kurtulduk yeni bir yıla giriyoruz, yeni yıl daha umutlu, mutlu olacak der iken yaşadığımız bu büyük deprem henüz o güzel günlerin gelmediğini, yaşayacağımız acıların henüz bitmediğini hatırlattı bizlere ve tüm umutlarımızı kırdı, içimizi kararttı.

            ‘’Umut fakirin ekmeği, ye Memedim ye! ’’ demiş birileri, umutsuz olmuyor, umutsuz yaşanmıyor, umut olmadan yaşam olmaz, bunu hepimiz biliyoruz, biliyoruz da gereğini yapabiliyor muyuz emin değilim. Ben kendimden örnek vereyim, hiç bir şeyden keyif almaz oldum, buna yaşamak denir mi? bilemiyorum. Yaşamak değil de nefes alıp vermek denebilir ancak, yolda hanım ile yürüyoruz kaldırımda yürüyen genç kızlar kendi aralarında şakalaşıp gülüşüyorlar, canım sıkıyor ve söyleniyorum kendi kendime, hanım kızıyor bana ‘’genç onlar genç, hep ağlasınlar mı? senin gibi aksi, somurtkan, çekilmez mi olsunlar istiyorsun! hayat devam ediyor’’ diyor, kendimden utanıyorum sonra, insan neşelenen gençlere kızar mı? Kızıyorum işte psikolojim o derece bozuk, elimden başka şey gelmiyor ki! Çaresizlik içimde kanayan bir yara.     

            Havalar da hala çok soğuk, iyi olsa biliyorum ben ne yapacağımı. Bunaldığım zamanlarda yaptığım gibi dağlara, dağlara vuracağım kendimi. Çadırımı kurup gecenin karanlığında yaktığım ateşin başında başımı semaya kaldırıp Kosmos'daki yıldızlara bakıp kainatın düzenini izler, içimde hala çocuk olarak kalmış ve hala kalmakta ısrarlı olan İreşit ile kavga edeceğim. Kuracağım ağır ceza mahkemesini, yargılayacağım kendimi, keseceğim cezamı. Söveceğim gelmişine geçmişine, avazım çıktığı kadar, ne kadar olumsuzluk, ne kadar kötülük varsa yer yüzünde. Birkaç gün kalır sakinleşir, dinginleşir öyle gelirdim şehre.

            Babamın öldüğü yıla üç yılım kaldı, eğer o zamanı geçebilirsem kalan ömrümde ne kadar zamanım kaldı ki sağlıklı ve mutlu geçireceğim? Beş yıl mı? En iyi ihtimalle maksimum on yıl, belki daha da az, kendimizden vazgeçeli çok oldu fakat İstanbul da, Eskişehir de yaşayan çocuklarımız var, birçok insanın da bizim gibi başka şehirlerde sevdikleri var. Uzmanların iki lafından birisi İstanbul depremi ile ilgili, şimdi gel de evinde endişelenmeden, huzur içinde oturabilir isen otur!

            Ne çok ölüm dedik, ne çok ölüm var yurdumda, hala doymadı bu kara topraklar sıra, sıra kazılmış çukurların içlerine konulmuş bedenlere.

Depremden etkilenenler için ne yapmalı Depremden etkilenenler için ne yapmalı

            Hayat devam ediyor, her şeye rağmen umut etmeye devam etmeli miyiz? Etmeliyiz elbette, zamanın her şeye çare olacağını bilip, umuda sarılmaktan başka çaremiz mi var?