Geçen haftaki yazımızın başında gelecek hafta Öğretmenleri ve Öğretmenler gününü yazacağımı ilan etmiştim. Baştan belirteyim de sonra öğretmen taifesini karşıma almayayım, burada yazacaklarım geneli kapsamaz sadece şahit olduğum bazı olumsuz ve bireysel bazı olayları yazıp tabiri caiz ise şeytanın avukatlığını yaparak, mevcut olan olumsuzlukların açığa çıkmasını ve düzelmesini amaçlamaktayım.

               Öğretmenliğin ne kadar önemli hatta kutsal bir meslek olduğu gerçeğini kanıtlatmak için, bu kutsal meslek adına söylenmiş olan güzel sözler ve deyişlerle sayfayı doldurup ipe un sermek istemiyorum.

               Üç çocuk babası olduğum için öğretmenlerle uzun yıllar haşır neşir oldum, ayrıca meleğim gereği de 24 Kasım öğretmenler gününde otelimin restoranında sayısız gece düzenledim.

               Niyetimi kısaca anlattıktan sonra gelelim fasulyenin faydalarına. Efendim altmış yaşını devirmiş olsam da bende bir zamanlar öğrenciydim. O güzel günlerde ailelerimiz bizleri öğretmenine teslim ederken ‘’eti senin kemiği benim’’ derlerdi, şimdiki gibi müdürün karşısına dikilip ben şu öğretmeni seçmek istiyorum diye diretmek akıldan bile geçmezdi, şansına ne çıktıysa kara bahtına idi, Köyüme ilk okulun ikinci, sınıfının yarısında gelmiştim babam dişçiydi İzmir in Kemalpaşa İlçesinin Ulucak kasabasında, o zamanın diş doktoru ( okuma yazma bilmemesi onun suçu değildi elbet) Çal Akkent İlkokuluna mecburi geçiş yaptık fakat ben pek uyum sağlayamadım, herkesin podiyalarının düğmeleri arkada iken benimkiler öndeydi (siyah önlük) gerek önlüğüm ile gerek konuşmam ile çocuklar benimle epey alay ettiler, uzun süre uyum sorunu yaşadım. Bir de kötü ve sadist bir öğretmene denk gelince, birçok öğrenci gibi iyice okumaktan soğudum, ortaokulu ve liseyi zar zor bitirip erkenden hayata atıldım. Çektiğim sıkıntıları anlatınca birçok kişi şaşırıp neden şikayet etmedin diye çıkışıyorlar, efendim nasıl anlatalım ki! Yukarıda yazdım ya! O zamanlar öyle bir kültür yoktu, eti senin kemiği benim durumları. İlahi adalete inancımız var, havale ettim.

               Cumhuriyet kurulduktan sonra eğitim ve öğretime çok önem verildiği her alanda eğitici öğretmenler yetiştirildiği bir gerçektir. Yıllar sonra 17 Nisan 1940 yılında kurulan köy enstitüleri Türkiye de ilk okul öğretmeni yetiştirmiş ve 28 Haziran 1948 e kadar köylerin kalkınması için çok başarılı işler yapmıştır. Köy enstitüleri devam etse idi Ulusumuzun Dünyanın gelişmiş beş ülkesinin içinde olacağına inanmaktayım.

               Gelelim günümüze, köylerdeki okulların kapatılıp taşımalı eğitime geçilmesi köylerimize ve kasabalarımıza yapılan en büyük kötülüklerden birisidir. O köydeki öğretmen sadece derse giren öğrenci yetiştiren bir birey değildi. O köyün bir aydını, örnek alınacak, danışılacak kişisi idi, köyler ve küçük kasabalar bunlardan mahrum bırakıldı. Köylerde ve kasabalarda mevcut okullar kaderine terk edilip çürümeye ve yıkılmaya bırakıldı. İlçelerde ve şehirlerde görev yapan öğretmenler geçim derdine düşürüldü. Devlet okullarında eğitim seviyesi düşünce çocuklarını özel okullara gönderemeyen veliler bari çocuğumuzu iyi bir öğretmene verelim diye öğretmen seçme derdine düştüler. Her okulda isim yapmış öğretmenler türedi, bunların kriterleri nedir kim belirliyor? Derseniz bilmediğimi itiraf ederim, sadece duyumdan ibaret. Bu durumun farkında olan okul müdürleri velileri okul aile birliği kuruluna yönlendirip velilerden öğretmen seçecekler ise belirli bir parayı bağış adı altında ödemeleri gerektiği konusunda zorlamaya başladılar. Çaresiz kalan veliler bizim gibi istenilen parayı ödemek zorunda kaldı. Ödeyemeyenler ne oldu? Okul yönetiminin belirlediği sınıflarda okudular.

               Millet olarak yöneticileri yozlaştırmak ve yoldan çıkarmakta üstümüze yoktur, niçin ve ne akla hizmet bilmem okullarda sınıf anneleri seçilmeye başlandı, bu kişiler elbette ağzı laf yapan biraz da kesesi dolu kişilerden seçildi, bu anneler sınıfın her şeyinden kendilerini sorumlu olarak gördüler öğretmenlerin bunlarla mücadele etmesi mümkün mü? Elbette değil, arada bir sorun olsa, iş bırakın okul müdürünü ve milli eğitim müdürünü hükümetin bakanına kadar gider oldu, bu durumda öğretmenin istediği eğitimi vermesi mümkün mü? Elbette değil onlarda müfredatta kendilerinden ne isteniyor ise onu yapıp gerisine karışmadılar. Öğretmenleri velilerin insafına terk etmek sadece yurdumuzda görülecek bir uygulama olsa gerek. Üzülerek belirtmek isterim ki sınıf anneleri işi çığırından çıkarıp öğretmenlerine tek taş yüzük, laptop bilgisayar, altın bilezik, lüks elbise vb. gibi şeyler almak için velileri zorladıklarına şahit oldum.

               Yazının kuyruğunu düğümlemek lazım. Efendim şu anki memleketimizin durumu malum bu durumun her sene eğitim öğretim müfredatını değiştiren, eğitim neferi olan değerli öğretmenlerimizi geçim derdine düşüren, birçoklarını özel ders gibi ek iş yapmak zorunda bırakan, onların toplumumuzda önemli ve saygın bir yerde olmasına engel olan sistemin ve yönetimin suçu değil mi?

 ‘’Bir topluluk, ulus olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlar ki toplumu gerçek bir ulus haline getirirler.’’

 ‘’Öğretmenler; Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır…’’

               Sevgili Atamızdan öğretmenler ve eğitim ile ilgili birkaç sözü koyduktan sonra günümüzdeki "Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır. Diye beyanat veren rektör yardımcısı Profesör YÖK denetleme kuruluna seçiliyorsa sözün bittiği yerdeyiz demektir.

            Yurdumun sevgili fedakâr ve cefakâr öğretmenleri, elbet her düzenin olduğu gibi bu düzenin de bir sonu gelecek ve layık olduğunuz değere, konuma, ilgiye ve alakaya mazhar olacaksınız.

            Bu düşünceler ışığında buruk da olsa öğretmenler gününüzü kutlarım.