Öncelikle Türk Ocağı’na böylesi anlamlı bir mekanı kazandırdığı ve görkemli bir açılış törenini gerçekleştirdiği için Türk Ocağı Denizli Şube Başkanı Turgut Tok’a teşekkür ederiz. Restore ettiği eski bir Denizli evini Türk Ocağı’na tahsis ettiği için, kendisi de bir Türk Ocaklı olan BŞB başkanımız Osman Zolan’a teşekkür ederiz.

Ak parti, CHP, İyi Parti, MHP’den belediye başkanları ve il yöneticilerinin, yani çeşitli siyasi partilerin il temsilcilerinin, açılış töreninde hazır bulunması gerçekten çok anlamlı idi. Türk ocaklarının her türlü siyasal görüşün ve partinin üzerinde olmak gibi bir misyona sahip olduğunu teyitleyen bu katılım hakikaten takdire şayan.

Bu misyon Türk ocağının kuruluşunda ve tarihinde gizli. Osmanlı dağılmaya yüz tutmuş, bırakın Yunan, Ermeni, Slav gibi gayri müslim milletleri, Müslüman ve kendimizden bildiğimiz Arnavutlar ve Araplar da sıraya girmiş. Herkesin kendi devletini kurma derdine düştüğü o yıllarda, “ya biz Türkler ne olacağız” diyen bir grup tıbbiyeli öğrenci, büyüklerinin icazeti ile 1912 yılında Türk Ocağı’nı kurarlar. Bilinen bu hikayeyi bir kere dinliyoruz Türk Ocakları gelen başkanı Mehmet Öz’ün açılışta ve sonrasında yaptığı panel konuşmasından.

Türk ocakları genel başkanı Mehmet Öz gelecekten umutlu. Türk devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmaları ile, önce kültürel temelde başlatılan işbirliklerinin, sonrasında adını da koyarak “Türk Devletleri Teşkilatı” şekline dönüşmesini takdirle karşılıyor. Türk ocağının bu sürecin yakın takipçisi ve destekçisi olduğunu üstüne basarak söylüyor. Bir konuya da dikkat çekti ki buradan tekrarda fayda var; “tüm Avrupa’nın arkasında olduğu Ermenistan’a karşı, Türkiye’nin tek başına Azerbaycan’ı destekleyerek işgal altındaki toprakların kurtarılmasını sağlaması, diğer Türk cumhuriyetlerinde Türkiye’ye karşı bir güven hissi oluşturdu”.


Irak Kerkük milletvekili Erşad Salihi, Kerkük’teki tarihsel süreci ve şimdiki durumu özetledi. Kardeşini Türklük uğruna şehit vermiş olan Salihi, konuşmasında biz dış Türkler olmasak da olur ama Türkiye ilelebet var olsun, Türkiye olmaz ise biz zaten yok sayılırız deyince salon alkıştan inledi. Irak’ta şimdiye kadar hem coğrafi hem de mezhebi olarak dağınık olan Türkmenleri, Türklük çatısı altında toplayan Salihi, her türlü övgüyü ve desteği hak ediyor.

Yeni mekanının açılışına katılım oldukça kalabalık ve heyecanlı idi. Bunu nasıl yorumlamak lazım. Şimdiki Denizli şube başkanımız Tok’un gayretleri ve BŞB başkanımız  Zolan’ın destekleri ile açıklamaya çalışırsak eksik olur diye düşünüyorum. Bu heyecan beni Osmanlının dağılma zamanlarına götürüyor. Hani herkesin kendi derdine düştüğü yıllara. Bu ülkede Türkler kendi derdine düşer ise yandık demektir. Ülkeyi bu hale getirmemek lazım. Her ne kadar bu toprakların asli unsuru ve ezici çoğunluğu Türklerden oluşsa da, her kesimi kucaklayan Atatürk’ün deyimi ile “tasada ve kıvançta birlik olan bir toplum” idealinden sapmamak gerekir diye düşünüyorum.

Malum, Türk Ocağını bir ziyaretinde “ilelebet var olsun ve yolumuzu aydınlatsın” diyen ve kendisi de bir Türkçü olan Atatürk, tüm dernekleri bu arada Türk ocağını da kapattı. Geriye sadece halk evlerini bıraktı. Bunun için iki temel sebep gösterilir; birincisi ocağın siyasete bulaşması, ikincisi söylemlerindeki “Dış Türkler” ifadeleri nedeniyle Sovyetlerin tepkisini çekmesi. 1949 da tekrardan faaliyete geçen Türk ocakların bugün itibari ile temsilciliklerde dahil 100 civarında şubeye ulaşmış durumda.

Türk ocağı sohbetlerinin düzenli katılımcısıyım; birçok dostum, büyüğüm var; konuşmacı olarak katkıda bulunduğum oldu; Türk Yurdu dergisine aboneliğim oldu, ne söylenirse altına imzamı atarım ama bana yapılan üyelik teklifini kabul edemedim. Türkiye cumhuriyetinin asli unsuru olan Türklerin, kendilerini bir ocak ile ayrıştırması anlamına gelecek bir hareket içinde olmak kafamı karıştırıyor.

Yanlış anlaşılmak istemem, tarihi misyonundan hareketle Türk ocakları bir kültür ocağı olarak varlığını devam ettirmelidir. Bu cümleden olarak, daha İzmir işgal edilmeden milli mukavemetin ilk kararlarının alındığı Denizli Türk Ocağı da varlığını devam ettirmelidir. Osmanlıdan cumhuriyete intikal eden 35 Türk ocağını tarihsel kimliği bakımından korumak gerekir. Ama tarihi geçmişi olmayan yerlerde yenilerini açmak, üye sayısını artırmak gibi gayretler kafamı karıştırıyor. Tersinden bir soru ile meramımı anlatmaya devam edeyim. Mesela Diyarbakır’da neden bir şube yok. Coğrafyamızın her tarafına ulaşabilmek için, üyesi olduğum Aydınlar Ocağı etki tepki içermeyen bir misyon üstlenebilirdi gibi gelir bana.

Bence Kerkük, Bayırbucak, Balkanlar, Türkistan gibi coğrafyalarda Türk Ocakları açılması gibi bir öncelik olmalı ki, artık misyon sınırların ötesine taşarak büyütülmeli diye düşünüyorum…