Malum yaz aylarının ortasındayız, ‘’yaz ayları gevşer gönül yayları’’ diye bir söz var, o sebepten mi? Bilinmez. ‘’ Beni bu güzel havalar mahvetti. Böyle havada istifa ettim evkaftaki memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım, böyle havada aşık oldum. Eve ekmekle tuz götürmeyi böyle havalarda unuttum. Şiir yazma hastalığım hep böyle havalarda nüksetti. Beni bu güzel havalar mahvetti. Demiş Orhan Veli.Bu yaz ayları havalarına aldanıp biraz gevşeyip haftalık yazımı atladığım doğrudur. Olsun tek derdimiz böyle olur inşallah.

            Efendim malum son zamanlarda Dünya ülkelerinin genelinden tasarruf edilmesi konusunda beyanatlar duyuyoruz ağırlıklı olarak su, doğal gaz, elektrik ve petrol kullanımı konusunda. Güzel ülkem yöneticileri ben bildim bileli bu tasarruf konularında duyarlıdır! Her yıl kamu kurumlarına ve devlet dairelerine uymaları için tasarruf genelgeleri yayınlarlar. Uyulup uyulmadığını takdirlerinize bırakarak geçmiş yıllarda yaşadığım bir olayı sizlere nakletmek isterim.

Hava Kirliliği ve Küresel Isınma Büyük Tehdit Hava Kirliliği ve Küresel Isınma Büyük Tehdit

            Büyükşehir belediye binasının önünde duran polis araçları, çoğu zaman polisler araç dışında dikilirken bile klimaları açık vaziyette sürekli çalışıyor. Dün yine geçtim yanlarından iki araç çalışır vaziyetteydi. Geçen yıllarda araca yanaşıp içindeki polise dayanamadım sordum, ‘Ben Atatürk heykelin altındaki bankta iki saattir oturuyorum bu araçların üçü de neden sürekli çalışır halde’’ diye. Polis bir pisliğe bakar gibi beni süzdükten sonra, ‘’Emir böyle, biz emre uyuyoruz, şikayetin var ise müdürlüğe edebilirsin ’’dedi ve kapadı aracın camını. Araçların yanından ayrılıp heykelin yan tarafına oturup Emniyet Müdürlüğünü aradım, araçların plakalarını sordu söyledim, beni araçların bağlı olduğu şubeye Çınar Polis karakoluna yönlendirdiler. Aradım amiri bağlattım, benim kimlik bilgilerimi ve neci olduğumu, annemin nikâhına kadar, her şeyi sorduktan sonra. ‘’ Her hangi bir olay bildirilirse hemen müdahale etmek amacıyla araçlar çalışır vaziyette bekleyecek diye emir var’’ Dedi. Bu araçların marşı olduğunu, kontak anahtarını çevirince saniyede çalıştığını, ülkemizin petrol ülkesi olmadığını, dünyanın yakıtının boşuna harcandığını, dövizimizin gittiğini, milli servet olduğunu falan söyledim. Amirin ses tonunun sertleşmesinden sinirlendiğini anlayıp teşekkür ederek kapadım telefonu ve ilerideki ağacın altına dikilip bir cıgara tellendirdim. Hala bakıyorum polisler ne yapacaklar diye, aracın başındaki polisin telefonu çaldı, arayanla konuşurken bir yandan da etrafına bakınıp beni arıyor gözleriyle hemen oradan sıvıştım. Eğer tüm yurtta bu olay böyle ise! Tüm illerde binlerce araç gürül gürül petrol yakıyor demektir, yazık çok yazık. Bu olayın nasıl olduğuna dair yaşanmış benzer bir olayı anlattıktan sonra risalenin kuyruğunu düğümleyeyim.

            Doğudaki birliğe bir yüzbaşı komutan olarak atanmış. Yüzbaşı karargâhında göreve başlamış ve idari binayı gezerken koridorun ucundaki bir kapının önünde sürekli bir askerin nöbet tuttuğunu görmüş, merak etmiş ve yardımcı ast subayını çağırıp sormuş. ‘’Bu oda da ne var?’’ diye. Ast subay bilmediğini onun da geldiğinden beri o kapıya hep nöbet yazıldığını ve önünde nöbet tutulduğunu söyleyince merakı iyice artmış. Birlikte kapıya gitmişler fakat kapı kilitli imiş, yüzbaşı karargâhtaki tüm subayları toplamış orada ne olduğunu kimse bilmiyormuş ve hiçte merak etmemişler, kapının anahtarını buldurup açtırmış. Komutan merakla girmiş içeriye, içerisi tamamen boşmuş, merakı iyice artmış ast subaya. ‘’Nöbet defterlerini geriye doğru incele bu kapıya ilk nöbet ne zaman konulmuş öğren ve bana bildir’’ demiş. Aradan bir süre geçmiş yardımcı ast subay komutanın odasına gelmiş ve ‘’Komutanım epey uğraştım ve buldum sonunda, yirmi yıl önce İsmet Yüzbaşının emriyle nöbet yazılmış, o günden bu güne yirmi yıldır nöbet devam ediyor’’. Tamam deyip teşekkür etmiş ast subaya.

            Aradan birkaç ay geçmiş Yüzbaşı ordu karargâhında bir toplantıya gitmiş, toplantıya ara verilince ordu komutanına durumu anlatmış. Ordu komutanı bir süre düşündükten sonra ‘’Yaa! O tarihte bizim İsmet general yüzbaşıydı orada, ona soralım belki hatırlar’’ demiş ve toplantıdan sonra generale sormuşlar, hatırlayamamış elbet fakat o da meraklanmış neden olduğunu. ‘’Eğer hatırlarsam sana bildiririm’’ demiş. Bir ay kadar sonra Yüzbaşının telefonu çalmış, arayan General ‘’Yüzbaşım ben o olayı hatırladım, biz o odayı ve kapıyı boyatmıştık, salağın birisi kapıya değip üstünü başını boya etmesin diye kapıya bir nöbetçi dikin demiştim, birkaç ay sonra tayinim çıktı oradan ayrıldım, yahu yirmi yıldır hala o kapıda nöbet mi tutuluyormuş! Allah, Allah’’ deyip kapamış telefonu.

            Bu hikayeden de anlaşıldığı üzere terörün yoğunlaştığı bir dönemde böyle bir kararname yayınlanmış olabilir. Olabilir de şimdi o tehlike geçmiş hala yurdun her tarafında binlerce araç neden gürül gürül benzin ya da mazot harcıyor ona anlam vermek zor.

            Ben diyeceğimi dedim müdahale ettim ve boyumun ölçüsünü de aldım, bir daha demem gari! Gidin kamu kurumlarına yazın pencereler açık klimalar çalışır, kışın kalorifer çalışır pencereler yine açık, elektrikler her daim yanmakta, araç saltanatı konusunda üzerimize yok! Tasarruf mu? Güldürmeyin beni! O alın teri ile kazanıp kıt kanaat ay sonunu zor getirmeye çalışan fakirlere has bir eylem. Gerisi hikayeden ibaret.