2005 yılında Türkiye’de...
2005 yılında Türkiye’de ilk defa aralarında Denizli’nin de bulunduğu bazı pilot illerde sevk zinciri uygulamaya konuldu. Sevk zinciri, aile hekimliği uygulamasının olmaz ise olmazıdır aslında. Sizin hastalık geçmişinizi bilen bir hekim, birinci basamak imkanları ile yapabileceğini yapacak, ama kendini aşan bir durum olur ise, sizi ikinci basamak sağlık merkezine, yani tam teşekküllü bir hastaneye sevk edecek. Hatta bu uygulamanın ideal koşullarında hasta için randevu alınması bile var.
Uygulama yürümedi, çünkü elinde karne ile istediği hastaneye ve hatta aynı gün içinde birden fazla hastaneye gitme ve her seferinde istediği tetkiki yaptırma kolaylığından vazgeçmek istemeyen hastaların önüne geçilemedi. Aile hekimi kim ola ki, sinüzit, tonsillit, farenjit tanı ve tedavisi yapsın, bunlar KBB uzmanının işi diye düşünür hastamız. KBB polikliniklerinin önü, hemen her hekimin tanı ve tedavi edebileceği bu hastalar ile dolarken, başdönmesi, yutma güçlüğü, ses kısıklığı gibi uzmanlık gerektiren hastalar sıra bulabilse bile yeterince muayene zamanı bulamaz. Her işimizde olduğu gibi, bu işimizde de popülizm galip geldi ve sevk zinciri uygulamasından vaz geçildi. O günler kimi yaşanmışlıklar ile gerilerde kaldı. Mesela yaşanmışlıklardan birini anlatayım;
Bir aile hekimi arkadaşımızın çalıştığı merkeze göğüs ağrısı ile bir hasta geliyor. Göğüs ağrısı ciddi bir durumdur, kalp hastalıkları Türkiye’deki ölümlerin sebepleri arasında birinci sırada. Hastayı ciddiye alacaksınız, ekg çekeceksiniz, tansiyon bakacaksınız, damar yolu açacaksınız, kısacası hastayı yakın gözleme alacaksınız. Nitekim hastanın enfarktüs geçirmekte olduğu anlaşılıyor. Durum ciddi yani, ölüm kalım meselesi. Tabii bu sırada rutin poliklinik çalışmasına ara verilmiş oluyor. O da ne? muayene kapısının önünde bir bağırış çağırış. Devlet hastanesinde muayene olabilmek için sevk zincirine takılan bir hasta, birinci basamak hekiminin kapısına dayanmış sevk istiyor. Hatalığının birinci basamağı aştığı kararını vermiş, nereye gitmesi gerektiğini biliyor ve şuraya bir imza atılacak, yarım dakika sürmeyecek bir iş için neden beklediğini anlamıyor, beklemek istemiyor. Anlayacağınız 18 yıllık eğitimin üstüne, onca tecrübeden sonra bile, hekim hastanın gözünde bir sevk memuruna indirgenmişti. Bugün sevk zincirine dönülsün aynı durum devam eder.
Bu olayı hatırladım, geçen hafta muayene odasında kalp krizi geçiren bir hekimin kapısında bekleyen eski hastasının, bunun yedeği yok mu? der gibi “bize başkası baksa” diye rahatsız edici ısrarını duyunca. Bir hekim veya herhangi bir hasta enfarktüs gibi ölümcül bir aciliyete maruz kalınca, sağlık ekibi olduğu gibi hastanın başına yığılır. Diğer işler ve hastalar bir süreliğine olduğu gibi bırakılır. Bunu kime anlatacağız. Benim kendi adıma hastaların bunu anlamaları gibi bir beklentim yok. Neden mi?
Bizde hasta hekim ilişkisi hiçbir tanıma ve kategoriye uymaz. Amatör değildir, profesyonel hiç değildir. Doktorunun ecel ile savaşması hastayı pek ilgilendirmez. Önemli olan kendi işinin görülmesidir. Hekim hasta ise, yerine başkası derhal bakmalı ve sistem çalışmalıdır. Sistem profesyonel olmalıdır yani. Profesyonellik beklentisi içindeki hasta, hastalığı ile ilgili kötü haberi veren profesyonelin yani doktorun, bu durumdan kendisi kadar etkilenmemiş olan yüzüne öfke ile bakar. Hekimin onunla birlikte kaygılanmasını bekler. Bilmez ki, hekim sabahtan akşama her hastası için kaygılansa, moral ve motivasyonu bu mesleği yapamayacak kadar yere düşer.
Memleketimde, hasta hekim ilişkisi karşılıklı empatinin en çok beklendiği ve fakat en az bulunduğu alandır. Hasta kendi derdi ile dertlenilmesini isterken, hekim bir sonraki hasta için hazırlık safhasındadır. Ağır iş yükü altıdaki hekim, almış olduğu eğitime ve bilgi birikimine saygı, tanı ve tedavi sürecine sabır beklerken; hasta kendini teslim ettiği hekimden özel ilgi beklentisindedir.
Bir ay kadar önce telefonum çaldı, arayan jandarma idi; “Eşiniz trafik kazası geçirdi durumu iyi, tarif ettiğim yere gelin.” Bir telaş içinde vardığımda, eşimi bir sedyede ambulansa bindiriyorlardı. Jandarma, profesyonelliğin bir gereği olarak ısrarla arabanın içini kontrol etmemi ve değerli eşya var ise almamı istedi. Kullandığı araba yoldan çıkmış, takla atmış ve pert olmuştu. Yarım dakika kadar yalandan bakındım ama bu sırada ambulans çoktan yola çıkmıştı. Ambulansın peşine düştüm ve düşüncelere daldım;
Sonradan ortaya çıkabilecek, omurga kırığı, iç kanama, kafa travması vb uzayıp giden ihtimalleri düşünürken, geçen ay yaptığım ameliyattan iki gün sonra ciddi kanaması olan hastam için aynı yoldan bir telaş içinde hastaneye gidişim aklıma geldi. Acaba dedim kendi kendime, o hasta şu anda kanıyor olsaydı, benim istikametim eşimin peşi mi olurdu, yoksa kanayan hastam mı?
Hastama giderdim, eşime doktorlarımızın durumun gerektirdiği gibi bakacağından eminim. Ben profesyonellikten bunu anlıyorum. Hastalar ne anlıyor, işte onu bilmiyorum…
'Prof. Dr. Bülent TOPUZ'