Milletlerin kabaca % 10 kadarının zeki, % 10 kadarının aptal, % 80’nin vasat olduğunu düşünürüm. Bu Afrika’nın ortasında yaşayan kabileler için de, kutuplarda yaşayan E...

Milletlerin kabaca % 10 kadarının zeki, % 10 kadarının aptal, % 80’nin vasat olduğunu düşünürüm. Bu Afrika’nın ortasında yaşayan kabileler için de, kutuplarda yaşayan Eskimolar için de geçerlidir. İnsan her yerde aynı insandır. Onu farklı kılan dünyaya geldiği coğrafyadır.

Toplumun aptal olan % 10’luk kesimi bakıma muhtaçtır. Bunların iş üretmesi, kendilerini çekip çevirmeleri mümkün değildir. Vasat olanların kendilerini kurtarma kabiliyetleri vardır, kendilerini kurtardıkları ölçüde topluma yük olmazlar.

Milletlerin % 1 kadarı dâhidir. Burada kastettiğim elbette ki sadece IQ manasında zeka değil, duygusal ve sosyal zekayı da göz önünde bulundurmak gerekir. Toplumlar dâhilere sağladıkları imkan kadar var olur, fark yaratır ve sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal yapıya kavuşurlar.

Bir ülke eğitim sistemini değiştirirse, semeresini yüzüncü yıl civarında alır. Bu sürenin üçte biri tercüme ile geçer, yani dünyada başaran milletler ne yapmışlar onu öğrenirsiniz. İkinci üçte birlik kısım taklit ile geçer, yani dünyanın başarılı milletleri ne yapmış ise onu tekrarlarsınız. Üçüncü kısımda ise özgün düşünceler, inovasyon ve nihayet buluşlar gerçekleşir. Medrese eğitiminden batı tipi eğitime geçişimizin üzerinden yaklaşık yüz yıl geçti. Bugünlerde bunun semeresini alıyor olmamız gerekir. Bakalım öylemi?

F16’lara dost düşman ayrımı yapan yazılım tamamiyle yerli ve milli; silahlı ve insansız hava aracı üreten, operasyonel olarak en komplike şartlarda kullanan çok az sayıdaki ülkeden biriyiz; roket, füze, akıllı mühimmat derken bunun arkası gelecektir. Neden peki savunma sanayinde? Çünkü bu alandaki ihtiyacımız acil, ikamesiz ve zorunlu da ondan. Biz hangi alanda ihtiyacımız var ise, o alanda gereğini yapabilecek bilgi birikimine sahibiz. Örneğin korona enfeksiyonu krizi nedeniyle binlerce solunum cihazı üretebilecek bir kapasite oluşturmak sadece bir hafta kadar sürdü.

Bu bilgi birikimini yeterince kullanabildik mi? Hayır. Biz ihtiyaçlarımızı karşılamayı, üretmekten daha önemli gördük. Yani elimizde, soframızda eksik olmasın da nasıl temin edilirse edilsin gibi baktık. Bu nedenle sürekli başkalarının ürettiğini ve icat ettiğini kullandık.

Şimdi, yine bir acil ve zorunlu bir ihtiyaç ortaya açıktı. Tüm dünya gibi biz de koronavirüs enfeksiyonu ile uğraşıyoruz. Bu defa domuz gribinden farklı olarak hazırdan kullanabileceğimiz bir aşı yok. Hatırlayayım, 2009 domuz gribi pandemisinde, 6 milyon civarında aşı ithal etmiştik de, bunun yarısını kullanmıştık. Koronavirüs olayında, ihtiyacımız olanı kendimiz karşılamak durumundayız. Bu cümleden olarak, birçok bilim adamımız söz konusu enfeksiyonla baş edebilmek için birbirine benzer ve birbirinden farklı birçok tedavi yöntemini çalışıyor. İsimlerini analım ve alkışlayalım; Prof. Dr. Serdar Durdağı, virüsün çoğalmasını engelleyen bir ilaç üzerine; Prof. Dr. Ercüment Ovalı plazma tedavisi üzerine; Prof. Dr. İhsan Gürsel immun koruyucu üzerine; Prof. Dr. Şaban Tekin nötralizan antikor üzerine; Prof. Dr. Ahmet Gül anti-sitokin üzerine;  Prof. Dr. Aykut Özkul virüsün etkisiz hale getirilmesi üzerine; Prof. Dr. Mayda Gürsel eğitilmiş bağışıklık üzerine; ve Prof. Dr. Mehmet Öztürk, Dr. Hakan Bulut, Prof. Dr. Nesrin Özören, Doç. Dr. Mert Döşkaya, Prof. Dr. Osman Erganiş aşı üzerine çalışıyorlar. Buradan dünyaya örnek olacak bir ürün çıkar ise doğrusu ben hiç şaşırmam.

Şaşırmam, çünkü bugün için kapitalizmin koyduğu kurallar esnetilmiş durumda. Normal zamanlarda olsa kapitalist düzen bu tür çalışmaların çokuluslu ilaç şirketlerinin kontrolünde ve tekelinde yapılmasına müsaade eder. Müsaade dedi isem, sizi engeller manasında değil. Kendi yaptıklarını öne koyar, sizin yaptıklarınızı yokuşa sürer, olmadı çalar ve kendine mal eder. Ama şimdi dünyanın karşı kaşıya olduğu tehdit oyalama ve bilek bükmeye müsait değil. Bir tedavi yönteminin laboratuvardan hayvan deneylerine, oradan gönüllü insanlarda denenmesi ve nihayet topluma sunulması ile ilgili süreçler en az bir yıl sürer iken, bu süreçler birkaç aya kısaltılmış durumda. Yani kim neyi keşfeder ise dünya kabul etmeye hazır.

Yazımızın başında dönersek; hemen her konuda dünya ile boy ölçüşebilir, milletimizin ihtiyaçlarını kendimizin karşılayacağı bir sistem kurabiliriz. Bunun gerek ve yeter şartı toplumumuzdaki % 10’luk zeki kesime imkan sağlamak, onların önünü açmak ve onları toplumun tümü için kullanmaktır.