İlköğretimden ve ortaöğretimden kesintisiz sınıf arkadaşım Abdurahman Barutçu ikamet ettiği Almanya Bremen kentinde vefat etti. Cenazesi alışık olduğumuzun aksine memleketi Çal Akkent’e getirilmeyecek ve Bremen’de defnedilecek. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
Bir insan, ancak kendisini tanıyan en son insan öldüğünde gerçekten ölürmüş. İnsanın ölümüyle onu tanıyan en son insanın ölümü arasında geçen zamanı anlamlı kılan ölen kişinin varlığında bıraktığı hatıralardır. Bakalım Abdurrahman’dan bize ne hatıralar kalmış.
Bizim nesil liseyi bitirdiği andan itibaren, şimdiki kadar eğitim olanağı olmadığı için, kendilerini ya işte ya gurbette bulurlardı. Bizim oraların modası Almanya idi. Abdurahman da liseyi bitirir bitirmez babasının yanına Almanya’ya gitti. O zamanlar sosyal medya mı var, bi süre mektuplaştık tabi. Onun grafik dersleri aldığını öğrendim bu mektuplaşmalardan. Abdurahman’ın resim yeteneği çok üst seviyede idi zaten. Bir ağacın yukarı doğru yükselirken dallanmasını onun resimlerinde gördüğüm şekliyle taklit ederek çizmişimdir yıllarca.
Pek insan içine çıkmayı sevmezdi. Bu onun yüzlerce resim üretmesinde bir sebep ve sonuç ilişkisi ortaya çıkarmış olmalı. Akkent’e geldiğinde ortak dostlarımız haber verirdi, biz onu baskın yapar gibi ziyaret ederdik. Bu ziyaretlerden birinde resimlerini toparladığı katolog tarzı hazırlanmış resim albümünü gösterdi. Bir resim sergisi yapma fikri oluştu. Kataloğu emanet aldım ve Süleyman Boz, Yaşar Çallı ikilisine gösterdim. Yaşar Çallı bakar bakmaz bu ressam grafik eğitimi almış dedi. Onlar sergi konusunda yardımcı olma sözü verdiler.
Turan Bahadır salonu sorumlusu Zeki Akakça’nın yol yordam göstermeleriyle sergiyi gerçekleştirdik. Hiç resim satılmaması Abdurahman’ı hayal kırıklığına uğrattı. Ben dört resmini emanet aldım. Aklımdan geçen, uygun bir zaman ve yerde sergileyerek piar yapmaktı.
Abdurrahman bi gün aradı. Resimlerini istedi. Onları göze gelecek bir yerlerde sergileme gayretinde olduğumu söylediğimde biraz bozuk attı. Resimlerinin bir değeri olduğunu ancak bedeli karşılığı sergilenebileceğini söyledi. Kendisinden bedel sordum ve kafama not ettim ve satınalma garantili bir sergi daha planladım.
O zamanlar ortağı olduğum Cerrahi hastanesinin bekleme salonunu sergi salonu gibi planlamıştık. Yılmaz Kahraman, Gürcan Ekici ve diğer karma sergilerin arasına Abdurrahman’ın sergisini de koydum. Kendisi bu sergide bulunamadı. Hamiliği bana kaldı. Sergi sorunda birini ben, birini de hastane iki resim satılmış oldu.
Sonrasında pek görüşemedik. Sanatçıların anlaşılamaz ve ulaşılamaz bir dünyaları vardır. Biz de ona ne fiziken, ne de aklen pek ulaşamadık.
İlköğretimden liseye tüm sınıf arkadaşlarımın benim gözümde ayrı bir yeri vardır ama Abdurahman’ın ayrıca müstesna bir yeri vardı. Nasıl mı?
Sınıf başkanı olarak bana verilen görev icabı Rafet Fidan’ı yaramazlık yaptığı için tahtaya yazınca, Rafet eve dönüş yolunda benim yolumu keser oldu. Kendimi koruma konusunda çelimsizliğimden kaynaklanan eksikliği Abdurahman’ın “sen korkma ben varım” diyerek tamamladığını unutamam. Onun akranlarımıza göre nispeten iricene olması benim için bir güven unsuruydu. Orta okulun ve Rafet’in evinin bulunduğu Yukarı mahalleden, evimizin bulunduğu Aşağı Mahalleye Abdurahman’ın korumasında güvenle giderdim artık.
Onu kaybettiğimiz haberini alınca, uzaklardan da olsa bu haberin etkisiyle üstüme çöken üzüntünün kaynağını, yaşıtımı kaybetmenin etkisiyle sıranın bizlere geldiğini hafiften hissetmek sanırken, bu vesileyle paylaşılan resmine bakınca üzüntümün bizim oraların tabiriyle “Goca Arkadaşı” kaybetmekten olduğunun farkına vardım.
Mekanın cennet olsun arkadaşım, seni özleyeceğiz…

