Oğulun baba ile yaşadıkları roman olur. Bu roman yazılsa eksiği olur. Kırıntı kabilinden notumu düşeyim dedim.
Bir yaşında babasını, 3 yaşında anasını, 10 yaşında ebesini kaybedip teyzesinin 6 çocuklu evine sığınmak, hayata birkaç basamak eksiden başlamaktır diyebiliriz. Bu yaşantının bağımsızlığı ilan etmek dışında bir alternatifi yoktur. Nitekim daha 16 yaşında elinde bir keser ile köyü terk ettiğinde tercihinin kati olduğunu gösterir bir şekilde bir daha geriye bakmadığını her adımında görüyoruz.
İlin merkezi Denizli’de bir hayat kurmak üzere devam eden mücadele Almancı olmakla yeni bir merhale kazanır. Beni bir yaşında annemle köye bırakıp, bir inşaat ustası olarak gittiği Alamanya’da daha bir yılı dolmadan inşaat ustalığından daha az maaşla Ford fabrikasına işçi olarak girmesi stratejik bir karardır. O andan itibaren Ford’da çalışmanın rahatlığı, gurbete gitme amacını ve hedeflerini değiştirmiş olmalı. Şöyle ki;
Almanya’ya gidiş sebebi, o sıralar şoförlüğünü yapmakta olduğu taksiyi alabilecek bir maddi varlığı elde edip, geçimini kendine ait otomobille taksicilik yaparak sağlamaktır. Yani Almanya’ya taksi almak için gider. Gidiş o gidiş. Taksiden önce bi evimiz olsun diye alınan arsanın üzerine 4 katlı bir ev kondurmak yılları alır. Bu arada aile, iki erkek kardeş ve anne ile birlikte Almanya’ya taşınır. Bu sebepten benim de Köln Dom Kilisesi civarında bir yıllık geçmişim vardır. Okulu orda okumak, orda ebediyen kalma ile eşdeğer görüldüğünden, okul çağı gelince birer birer yurda gönderilen biz çocuklar, ailenin memlekete kesin dönüş sigortaları gibiydik.
Babam ilin merkezinde yaşama idealini zamanla pekiştirdi. Köyümün Alamancıları varlıklarını eşe dosta gösterebilmek için köyden bağ bahçe alıp, hanay evler yaparken, babam köydeki varlıklarını da satarak Denizli’ye yatırımı tercih etti.
Ford fabrikasında 15 yılı doldurduğu, yani emekliliği hak ettiği gün ayrıldı. İşçi permilerini satın alarak yıllarca araba ithal etti. Honda Accord markasını Türkiye’ye ilk sokan babam olmuşsa şaşırmam. 24 saatte Almanya’dan Kapıkule’ye hiç uyumadan direksiyon başında durabilmek onun azminin ve hızlı yaşantısının bir parçası idi.
Ergenler babalarından uzak durur ya, ben pek severdim babamla galerilerde dolaşıp adam ağzı dinlemeyi. Benim için kardeşin mi diye sorarlardı, pek hoşuna giderdi. Mendereste balık tutma gayretlerimiz, Didim’e taşınarak kesintisiz devam etti.
Ben makine mühendisi olmak istedim, hatta ODTÜ’de bir yıl okudum. Babam doktor olmamı istedi. Babam istedi diye değil ama hayatın inişli çıkışlı gidişatında baba desteğinin candan olmasını istediğimden Babamın isteğine uyarak fakülte değiştirdiğimi düşünüyorum. Tıp fakültesi yıllarımın gönülsüzlüğünden kaynaklanan nazımı ve öfkemi az çekmedi. Hekim olup beyaz önlüğü giydiğim günden itibaren bu mesleği sevdim, severek yaptım. Teşekkür ederim.
Babam için doktor demek dahiliyeci demekti ama bu defa onu dinlemedim, cerrah olmayı tercih ettim, son derece memnunum.
Emekliliğini emekli gibi yaşadı. Haftada üç gün, kimi zaman Çamlık üçüncü çeşmeye kadar uzanan yürüyüş ve koşusunu hiç aksatmadığını, Denizli’de sağlıklı yaşam için spor yapan hemen herkes tanır bilir. 40 yıl boyunca hiç aksatmadan yaptığı sporun onu genç ve uzun ömürlü yapacağı gibi bir beklentisi vardı. Haksız da sayılmazdı ama yaşlanmanın önüne hiçbir şeyin geçemeyeceğini zor ve geçte olsa o da kabullenmek durumunda kaldı. Yine de, yoğun bakıma kaldırıldığı günün bir hafta öncesine kadar, alayım bırakayım dediğim halde hastaneye kendisi gelmeyi tercih ederdi, hem de dolmuşla. İnsan ne yaparsa yapsın bir vadesi olduğunu O’nu kaybedince tam anlamıyla idrak ettik diyebilirim.
Kalp, akciğer, böbrek, karaciğer gibi hayati organlara dair takip ve tedavisi gereken herhangi bir hastalığı olmayan babamın son bir yıldır müphem, tarifi anlamsız şikayetleri ortaya çıktı. Bel, diz ağrısıyla birlikte ortaya çıkan postür bozukluğu nedeniyle yapılan muayene ve tetkiklerde bel fıtığı ortaya çıkınca ameliyat oldu. Bize göre sinir sıkışmasına bağlı bacak felcini önlemek bakımından ameliyat başarılı olmuştu ama babama göre ağrıları devam ettiğine göre tıp başarısız olmuştu.
Ardından halsizlik nedeniyle yapılan tetkikte akciğer zarında sıvı toplandığı görülünce, boşaltılan sıvı kanlı gelince kanser şüphemiz oluştu. Sıvı alındı, patolojik tetkiki temiz gelince sevindik ama babam sıvı alınmak için yapılan müdahale yerlerinde ortaya çıkan ağrılar nedeniyle hiç huzurlu olamadı. Tıp, akciğerleri rahatlatarak, nefes darlığını ortadan kaldırmış ve kötü bir hastalık olmadığını ortaya koyarak görevini yapmıştı ama babama göre ağrılar ortaya çıktığına göre tıp başarısız olmuştu.
Derken bir soğuk algınlığı neticesi hızla akciğerlere inen iltihap Kovid benzeri bir zatürre tablosu ile babamı yoğun bakımlık etti. İki buçuk ay kadar yattığı yoğun bakımdan maalesef çıkamadı. Hakkın rahmetine kavuştu. Allah rahmet eylesin. Babam gençlik yıllarında ihmal ettiği vakit namazlarının kazasını eda etmek de dahil ibadetini hiç aksatmıyordu. Bizler de amel defterini açık tutmak için elimizden geleni yapacağız inşallah.
Bugün 15 Haziran 2025, babasız geçirdiğim ilk Babalar Günü. Eşimin hassasiyetine gelinceye kadar benim için babalar günü diye bir kavram yoktu. Babam şimdi sağ olsaydı, Eşim Oya’nın uyarısı ile gününü kutlar, bir hediye ile ziyaretimizi yapardık. Kuşkusuz bu ilgiden hoşnut olurdu. Hatırlamasak alınır mıydı, yoksa umurunda olmaz mıydı bunu bilmek mümkün olmazdı. Biz babamla aynı kuşaktan sayılabiliriz. Bu kuşak için Babalar Günü pek anlamlı olmamakla birlikte, bugün olduğu gibi, bundan sonra da her kutlama ve kutlayanla birlikte babamı anacağım bir gerçek.
Yazımızı şöyle bitirelim; taziye için birçok ziyaretçi geldi. Hiçbir ziyaretçinin karşısında başımızı öne eğmedik, mahcup olacak bir durum yaşamadık. Kimseye zararı olmadan, kimsenin hakkına girmeden bu dünyadan göç edebilmek ne büyük huzurdur. Allah senden razı olsun sevgili babacığım…