Lise yıllarında TÜBİTAK’dan burs alırdım. Bir yaz tatilinde, burs alanları Çanakkale İntepe Gençlik Kampına topladılar. Çoğunluğu ODTÜ’den olan hocalar bizleri temel bilimlere yönlendirici telkinlerde bulundular. Gelecek endişesi olmayan bir ülkenin vatandaşı olsaydım, hiç düşünmez fizikçi olurdum. Bu telkinlere inanıp fizikçi, kimyacı veya biyolog olanlar şimdi ne yapıyorlar acaba. Onların önüne bir hedef konuldu mu, yoksa hedeflerini kendileri bulur mu denildi. En şanslıları üniversitelerde öğretim üyesi olanlar olmalı. Yoksa fizik okuyup bankada memur olmakta var.

Nasıl bilim adamı olunur, bilmeyenlere özetleyeyim. Önce üniversitede bir kadro bulunur. Bu kadroyu yüksek bilim aşkıyla da almış olabilirsiniz, sadece geçiminizi sağlayacak bir işiniz olsun diye de. Her ne sebeple olursa olsun bir süre sonra doktora yapma, doçent ve profesör olma sevdasına düşersiniz. Önce belirli bir konuda çalışma yaparsınız ve bunu bilim heyetine sunarsınız. Nadiren başarısız olur, bir iki yıl gecikirsiniz, ama genellikle başarılı olursunuz. Sonra yurt dışı dergilerde kabul gören yayınlarınız olması gerekir. “Neden yurt dışı dergilerde yayın?” sorusunun akla yakın tek gerekçesi, bizim usulüne uygun dergi yayınlamakta beceriksiz oluşumuzdur. Yurt dışı dergilerin hangi yazıları kabul ettiğini araştırır ve o dergilerin hoşuna gidecek konularda çalışır ve yazı yazarsınız. O konunun bu memlekete faydası var yada yok hiç bir önemi yoktur. Amaç tamamiyle bireysel çıkış, yani kendini kurtarmaktır. Büyük çoğunluğumuz başarılı olduk ve adlarımız önüne “prof” yazdırdık. Bilim adına belki bir şeyler yaptık, ama memleket adına yaptık mı emin değilim. Tıp alanında görevli bir bilim adamı memleketi için ne yapabilir. Aklıma bir çırpıda geliverenler şunlar. Hastalıkların toplumdaki sıklığını raporlandıran çalışmalar yapılabilir, bu tip çalışmalar beşeri ve maddi kaynakların kullanımına rehberlik edebilir. Yörenin bir özelliğinin hastalıklardan koruyucu veya tedavi edici etkisi üzerine çalışılabilir, örneğin termal su, veya üzüm çekirdeği gibi. Tedavi yöntemlerinin maliyet karşılaştırılması yapılabilir, çoğu ithal gelen ilaç ve malzemelerin daha az tüketilmesi sağlanabilir. Bu ve benzeri konularda bizleri yönlendiren bir politikası olmadı bu ülkenin. Bir yurt dışı dergide yayının çıksın da, konu ne olursa olsun gerçekten önemli değil. Yıllarca TÜBİTAK’dan, YÖK’den yazılar aldık çeşitli konularda. Şu konuda yapılacak olan çalışmalar daha değerli olacak diye bir yönlendirme olmadı hiç.

YAŞAYANLAR GÖZÜYLE MİLLİ MÜCADELE’DE ÇAL YÖRESİ Makale: YAŞAYANLAR GÖZÜYLE MİLLİ MÜCADELE’DE ÇAL YÖRESİ

Meşhur hikayedir. Doğrudur yanlıştır bilemem ama akla yakın geliyor. Pakistan ve Hindistan iki ezeli düşman ve zaman zaman savaşıyorlar. Barışı ancak güç dengesi üzerinden koruyabiliyorlar. İkisi de elinden geldiğince silahlanıyor. Çağın en korkunç silahına sahip olmak hedefleri arasında. Pakistan bu amacını gerçekleştirebilmek için batı ülkelerine bilim adamları gönderiyor. Atom bombası yapmak istediğini saklamak için, bilim adamlarını değişik ülkelere göndermekle kalmıyor, her birine ayrı bir görev veriyor. Atomun parçalanması için gerekli olan bilgiler, bilim adamları Pakistan’a döndüklerinde birleştirilecek ve atom parçalanacak. İşin aslı, batılı devletler Pakistanlı bilim adamlarının bir şeyler karıştırdığını fark ediyorlar. Ancak başarabileceklerine inanmadıklarından, olayı akışına bırakıyorlar. Neticede Pakistan muradına eriyor ve atom bombasına kavuşuyor.

            Atomun ancak bilimle parçalanabildiğinden “Din ve Bilim” başlıklı yazımda bahsetmiştim. Ancak bilim atomu tek başına parçalayamaz. Mutlaka varılması gereken bir hedef ve politik bir kararlılık gerekir. Hedefi olmayan bilim sadece faydasız değildir, aynı zamanda başkalarına hizmet eder duruma da gelebilir. Örneğin bazı arkadaşlarımız hayvan laboratuarında çalışıyorlar. Bir maddenin karaciğerin kanlanma bozukluğundan kaynaklanan hasarını engellediğini buluyorlar. Bu orijinal bir çalışma olduğu için bilim dünyası ile paylaşılıyor. Bir sonraki safha bu maddenin insanlarda denenmesi ve ilaç haline getirilmesi. Artık bu safha bizi aşıyor. O maddeyi ilaç haline getirecek teknoloji batıda var. Üretilen ilaca ithal yoluyla ulaşır hale geliyoruz. Sonuç olarak başkalarının üretim çarkına hizmet etmiş oluyoruz. Tabi ki insanlık için bilim yapmak gerekir. Ama bu ülkenin insanı için yapılacak çalışmalarda insanlık içindir. Öncelikleri iyi belirlemek gerekir.

Özel Röportaj / Prof. Dr. Bülent Topuz

            Bazen öfkeleniyorum, “ben bilime inanmıyorum diyorum” Tabii neyi kastettiğimi açıklamayı ihmal etmeden. Ben üretime inanıyorum. Üretimin bazı sorunları olur. Bu sorunları biri çözmeye talip olur. Bu kişi daha önce benzer sorunların nasıl çözüldüğü konusunda araştırma yeteneği olan, okuduğunu anlayan biridir. Bir çözüm önerisi getirir ve dener. Başarılı olursa bir başarı öyküsü yazar. Yazdığı bir bilimsel dergide yayınlanır. Yayın bir yan üründür, amaç değildir. Çözümü sağlayan kişiye bilim adamı, kullandığı yöntemi tarif eden yazıya da bilimsel yayın denir. Var mı böyle örneklerimiz? O halde susalım ve düşünelim.

            Yazı daha çok pozitif bilimleri esas alan yapıda oldu. Haftaya sosyal bilimler ile devam edelim.           

Not; bu yazım Mart 2010 yılında Denizli Gazetesinde yayınlanan köşe yazımdır.