Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş bir referanduma tabi tutulsa idi ve ben o dönemlerde yaşamış olsa idim, ret oyu kullanırmışım gibi geliyor. Bugün Arap alfabesine geçiş için referandum yapılsa, yine ret oyu kullanırım. Bizim sorunumuz alfabe değildi, bizim sorunumuz okuma yazma oranının düşük olması ve alfabeden bağımsız olarak bunu yaygınlaştırmak için yeterli çabamızın olmaması idi. Sorun alfabe olsa idi. Çin’i ve Japonya’yı nereye koyacağız? Elbette ki Türk fonetik yapısına Latin alfabesi daha uygun olmuştur ama konumuz bu değil. Alfabe konumuzun öznesi değil nesnesi. Devam edelim;

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için referanduma gidildiğinde ret oyu kullandım. Şimdi parlamenter sisteme dönüş için referandum yapılsa yine ret oyu kullanırım. Bizim sorunumuz sistem değil ki, bizim sorunumuz ahlak ve liyakat. Dünyada sistem değiştirerek neticeye ulaşmış kaç ülke var. Biz 100 yıllık cumhuriyet boyunca beş köklü sistem değişikliğine gittik, 100 yıl öncesinde karar kıldık. Üstelik 100 yıl öncesini demokratik olmamakla eleştirerek. Diyeceksiniz ki şimdi seçim var, ben de sorarım o zaman, biz kimi seçiyoruz. Getirilsin tercihli aday listeleri, ben de inanayım ben seçiyorum.

Bu temel argümanlar üzerinden twitter aleminde fikir sardediyorum. İnsanlarda bir yaftalama merakı var; şucuymuşum bucuymuşum. Değilim. İnsanımız insanları olduğu gibi kabul edemiyor, hep kendi bulunduğu yerden tarif ediyor, yani ya bendensin ya karşımdasın. Herkesin de kendileri gibi düşündüğünü sanıyorlar. Zerre bilgi kırıntısı içermeyen paylaşımlar ile bir hamaset, itham, niyet okumadır gidiyor.

İnsanın bazı doğruları olur, bu doğruları kimi zaman iktidar, kimi zaman muhalefet ile örtüşür ama maksat doğru olanı söylemek, iyiyi güzeli aramak ise bundan rahatsız olunmaz.

Genel olarak bizim karşımızdakini anlamak gibi bir derdimiz yok. Daha çok kendi söylemek isteğimiz ile ilgiliyiz. Hoş istesek de anlayabilir miyiz acaba. Aynı dili konuşuyor olmak anlaşabilmek için yeterli midir? Kim kiminle iyi anlaşır diye düşünüyorum ve kendi mesleğimden örneklemek istiyorum.

Hekim, hekim ile iyi anlaşır.  Bu sadece aynı eğitimi almış olmak, aynı işi yapıyor olmak, aynı sorunları yaşıyor olmak ile ilgili değildir. Aynı zeka ve bilişim seviyesine sahip olmakla da ilgili bir şey. Kısa ve net iletişimi seviyorum, ama hastalarım muayeneye geldiğinde şikayetlerini üç kere tekrar ediyorlar. Yani anlaşıldıklarından emin olmak istiyorlar. Bilinçaltında bir yerde kimsenin kimseyi dinlemediğinin farkındalar. Dertleri iletişim kazasına kurban gitsin istemiyorlar.

Bir de duygu ve düşünce dünyamız var, dilimizi ve anlayışımızı etkileyen. Aynı düşünce dünyasına ait insanlar birbirlerini daha rahat anlıyorlar, çünkü ortalıkta anlaşılacak bir şey olmuyor. Genellikle biri konuşuyor, diğerleri anlaşıldı gibi yapıyor.

İnsan hangi zeka seviyesinde ve düşünce dünyasında olursa olsun; davranış ve düşünme tarzı olarak herkesi kendisi gibi bilir. Örneğin radikal sol düşüncelere sahip ise, tüm sağcıları radikal ve yobaz görür. Dindar ise ateistleri ahlaksız görür. Rüşvet ile iş görüyorsa herkesin rüşvete zaafı olduğuna inanır gibi…

En büyük sorunumuz ise kutup yıldızlarımız yok bizim. Aydın sınıfına girenlerimiz dahil hepimiz tarafımızı belirlemişiz, sabah kalkınca tarafımızın tepesindeki ne diyor bakıyoruz, ona göre fikir sardediyoruz. Siyasetin aydın kesimi dinlemesi için bir nedeni yok. Aydın dediğin lideri tekrarlamayı ve desteklemeyi yeterli ve görev olarak görüyor. Ne demişti Mevlana; bir yerde herkes ayını şeyi düşünüyorsa kimse düşünmüyor demektir. Demem o ki, hep kendim olmaya çalıştım, sorun bana sor ki ne kazandım, cevabım şöyle olur; Hiçbir şey kaybetmedim, kendimi kazandım…