“Türklerin Ortak Belleği; Kaya Resimleri” başlıklı panelimizi 22 Kasım 2021 tarihinde, PAÜ...

“Türklerin Ortak Belleği; Kaya Resimleri” başlıklı panelimizi 22 Kasım 2021 tarihinde, PAÜ Kongre Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdik. Panelimize PAÜ rektörü Prof Ahmet Kutluhan, Pamukkale Kaymakamı Uğur Bulut , Pamukkale belediye başkanı Avni Örki, Çal Belediye Başkanı Fethi Akçan, Bekilli Belediye Başkanı Mustafa Çoban, Büyükşehir Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Hüdaverdi Otaklı, İl Kültür ve Turizm Müdürü Turan Veli Akyol, Rektör Yardımcısı Prof İbrahim Kısaç, Çal yöresi derneği yönetim kurulu üyeleri Hudaverdi Akbeyik, Mehmetali Gülel ve ilgili meraklı dinleyiciler katıldı.

Açılış konuşmamda Çal Yöresi Derneği İkinci Başkanı olarak yöremizin somut ve somut olmayan kültürel mirasına sahip çıkma gayretlerimizden bahsettim. Aysaid Başkanı Mahmut Çatlık Aysiad’ın, Türk dünyası, tarihi ve kültürü konusundaki hassasiyetinden bahsetti. Bu tür panellere destek vermeye devam edeceklerini belirtti. PAÜ rektörü Ahmet Kutluhan konunun önemine dikkat çekerek emeği geçenlere teşekkür etti. Bu konuda bir sempozyum veya kongre yapılmasının uygun olacağını, gerekirse bir enstitü kurulabileceğini söyledi.

Açılış konuşmamda ifade ettiğim üzere, yöremizde gözleme dayanan bulguların anlamlandırılması ve kayda geçirilmeleri için akademinin konuya el atmasının önemli. Panelimizde tam bu amaçla planladı.

İlk konuşmacımız Osman Karatay bizlere 1071 öncesi Anadolu’da Türk varlığını örnekleri ile anlattı. Esasen 1071 Malazgirt savaşının Anadolu’ya yönelik Türk akınlarını durdurmaya yönelik olduğunu, bunun dışında kuzeyden Balkanlara inen Türk kavimlerinin Bizans eli ile Anadolu’ya yerleştirildiklerini, bir kere daha dinleme fırsatımız oldu Karatay hocadan. 910 yılında Bizans sarayını korumak için askeri kabiliyetleri nedeniyle 17 000 Türk askerinin Bizans’ın başkentinde görevli olduğunu yazılı kaynaklara dayandırdı.

Tamgalardan harflare Runik yazıyı ve Futhark alfabesini anlatan Prof Dr Nejdet Keleş bize, Türkistan’dan Avrupa’ya ve Anadolu’ya yayılan kaya resimlerinden örnekler sundu. Avrupa’da, özelikle de İskandinav coğrafyasında çok sayıda Runik alfabe ile yazılmış yazı bulunduğunun altını çizdi. Tam da bu noktada Finlandiya ulusal müzesindeki gözlemimi paylaştım. Hemen her bulgu kırıntısını, geniş bilgiler ile değerlendirmeye çalışan müze nedense runik yazılı bir dikili taşa hiçbir açıklama yazmamıştı. Açıklamanın kurguladıkları millet tarihine ters düşeceğinden çekinmiş olmalılar diye düşündüm.

Araştırmacı gezgin Ümit Şıracı Denizli’de, özellikle antik kentlerdeki mermer yapıların üzerine kazının Türk tamgalarından örnekler gösterdi. Özellikle Prof Celal Şimşek hocanın Laodikya’yı anlatırken, dördüncü yüzyılda gerçekleşen depremden sonra buraya insan eli değmedi, yaptığımız kazı ile ilk defa biz gün yüzüne çıkardık dediği kazı alanındaki kaya resimlerine dikkat çekti. Bu kazımaların Türk Tamgası olduğunu kesinleştirecek çalışmalar yine akademinin işi olacaktır. Bu durumda Türk boylarının Denizli’deki varlıklarını dördüncü yüz yıla kadar götürebiliriz.


Prof Dr Mustafa Beyazıt hoca panelin yapılmasına vesile teşkil eden Çal yöresindeki kaya resimlerinin örnekler verdi. PAÜ olarak Türkiye’nin 33 farklı bölgesinde kaya resimleri çalıştıklarını, Çal yöresinin 34. Bölge olarak çalışmalarına dahil edildiğini söyledi.

Çal yöresine daha önce müze müdürlüğü eşliğinde gittik. Koruma altında alınması için iki kaya resminin bile yeterli olacağı söylenen yerde, yüze yakın kaya resmi mevcut. Ama nedense bürokrasi kendini gösterdi ve bir türlü nihai karar çıkmadı. Bürokrasinin Türk eserlerine kayıtsızlığı şeklinde algılanabilecek bu gecikmenin bir an evvel telafi edilmesi doğru olacaktır.

Son söz; halı desenleri, kaya resimleri, mezar taşları, balballar, kurganlar gibi yapıların gözlenmesinden yola çıkılarak yeni bir Türk tarihinin kurgulanması ve yazılması, kulaklarımıza hoş gelen söylemlerle birlikte yüreğimizi coşturuyor. Ancak bu gözlemlerin Türk tarihine tartışmasız bir şekilde eklemlenebilmesi için akademiye ve bilimsel çalışmalara çok büyük görev düşüyor. Akademinin girmediği boşluğa hamaset, kurgu ve söylenceler giriyor. Bu da bilimsel çalışmaların kendisine ve tarihimize zarar veriyor. İşin aslı nasıl Mısır arkeolojisi, Roma arkeolojisi terimleri var ise Türk arkeolojisi terimini kullanıma sokmak ve içini doldurmak akademinin ilgili bölümlerinin asli görevi olmalıdır diyerek sözlerimi bağlayayım…